COVID-19 Salgınında Kaygıyı Önlemek ve Zamanı Değerlendirmek İçin Ne Yapabiliriz?

Evrensel, toplumsal ve bireysel olarak aniden patlak veren bir salgının buhranını yaşıyoruz. Zor günler geçiriyor, yaşamımızın yeniden raya oturmasını diliyoruz. Yeniden diyorum çünkü beyin her ne kadar yeni şeyler öğrenmeyi sevse de ve öğrenme eylemini muazzam bir şekilde yapsa da, kaygı uyandırıcı, yaşamımızı tehdit edici bir virüse karşı pek de sevecen düşünmeyecek ve bizi ona göre hazırlayacaktır.
Herhangi bir olay karşısında neler yapabileceğimizi, nasıl davranıp, düşünebileceğimizi bilebilmek adına öncelikle olay hakkında bilimsel bilgilere ulaşmamız gerekiyor. Teknolojinin ve haliyle kitle iletişim araçlarının gelişmesi neticesiyle sosyal mecralarda bildirim bombardımanına tutuluyoruz. Üstüne üstlük gerçekliği olmayan, insanların kaygı düzeylerinin yükselmesine neden olan bilgi kirliliği içinde doğru bilgilere ulaşmamız bir hayli zor oluyor. 2020 yılına darbe gibi inen COVID-19 salgını hakkında çok fazla şey yazılıp çizildi, teoriler üretildi, haberler yapıldı. İnsanlar bu yeni durum karşısında ne yapacaktı? Psikologlar -ki bende bir psikoloğum- COVID-19 ‘da virüsün kaygı boyutunu, evrimsel biyologlar virüsün evrimsel sürecini ele alırken, tıp camiası virüsün aşısını geliştirmeyi, yapısını keşfetmeye koyuldular.
Salgın Tarihi Bize Ne Anlatıyor?
Gelin biraz tarihin tozlu sayfalarında gezintiye çıkalım ve geçmiş yüzyıllarda da bizimle aynı kaderi yaşamış olan türlerinizin başından ne gibi salgınlar geçmiş kısaca bir bakalım. İnsanlık fi tarihinden bu yana savaşlar, salgınlar ve kıtlıklar gibi büyük çaplı sorunlarla meşgul olmuştur. Savaşlar insanlığın beşeri ve bilişsel faaliyetleri sonucu ortaya çıkar. Herhangi bir dünya devleti öncelikle ülkesinin iyilik halini gözetir, düşünür (bilişsel) ve bu doğrultuda dış politikaya adımını atar, diplomasisini yönlendirir. Örneğin Hitler’in Alman ırkının üstünlüğü düşüncesi neticesi ile vermiş olduğu savaş bunun güzel bir örneğidir. Kıtlık ise doğrudan veya dolaylı olarak gerçekleşebilir. Olumsuz hava koşulları ambarların boşalmasına, tarımın yapılamamasına hayvanların otlatılamamasına neden olurken tüm bunların neticesi olan kıtlık, canlıların yaşamlarını kaybetmelerine neden oluyordu. Örneğin Orta Çağ’ın Hindistan ve Mısır’ında kuraklığın bir sonucu olarak nüfusun bir kısmı kıtlıktan helak oldu zira geçim kaynakları tarımdı. Ne yazık ki toplumsal hiyerarşinin bir ürünü olan aristokratlar kıtlık zamanlarında fahiş fiyatlara gıdaları satın alabiliyor iken yoksullar bırakın herhangi bir gıdayı sayın almayı yaşamlarını devam ettirebilecek besini alamadıkları için hayatlarını kaybediyordu. İşte tam da bu gibi krizlerde devlet tanımı gereği savaş, kıtlık, salgın gibi insanlığı tehdit eden unsurlarla nasıl başa çıkılabileceğini, vatandaşlarını nasıl organize edebileceğini iyi bilmesi gerekiyor zira aksi halde neticesi hoş olmayan da büyük sorunlarla başa çıkmaya çalışacağı aşikâr olur; Hindistan ve Mısır gibi.
Geçmişi İyi Analiz Etmek Gerekiyor
Geçmişi iyi bir şekilde kavrayabiliyorsak eğer geleceğe yön verip, küresel problemlerle başa çıkmamız daha kolay olabilir. Bu kısma kadar savaş ve salgınlara çok kısa bir değinmiş olduk. Savaşlar diplomasi yoluyla, antlaşmalarla, kıtlıklar biraz talihle (olumlu hava koşulları) biraz da beşeri olarak çeşitli faaliyetler ile önüne geçilebilir. Peki, tedavisi ve henüz alışı bulunmayan tehditkâr bir virüsün kitleler halinde insanlığı yok etmesine nasıl bir çözüm bulabilir, ne gibi düzenlemeler yapabiliriz de önüne geçebiliriz?
Dünya tarihine şöyle bir baktığımızda MÖ 429 ve 426 yılları arasında 75.000 ila 100.000 insanın ölümüne yol açan “Atina Vebası” Atina’da ortaya çıktı. Salgının şehrin liman kenti olan Pire’den Atinalılara bulaştığına inanılmaktadır. O tarihlerde ulaşım deniz yolu vasıtasıyla sağlanabiliyordu. Tüccarlar, seyyahlar gemi ile birbirine deniz yoluyla bağlanan şehirlere gidip oralarda ticaret ve keşif yapabiliyorlardı. Böyle bir durumda ortaya şıkmış bir salgının diğer ülkelere sıçraması an meselesi idi. Atina vebasından bu yana Galen vebası, Jüstinyen vebası, kara veba, ebola, SARS, MERS, çiçek virüsü, kolera gibi salgınlar türedi ve yüzyıllar boyu insanlığı tehdit etti. Bunların arasında kara veba Avrupa nüfusunu yüzde 30 ila 60 oranında azalttı, 75 – 200 milyon insanın ölümüne yol açtı. Tüm bunlara bir yenisi olarak eklenen COVID-19, yandaşları gibi 21. yüzyıl insanlarını tehdit etmeye ve zarar vermeye başladı bile. Ulaşımda ve teknolojide göstermiş olduğumuz başarılar yüzümüzü güldürüp, sevdiğimiz insanları bir uçak mesafemizde bıraksa da bizi virüse karşı savunmasız hale getirdi. Şu an bir COVID-19 hastası Çin’den 9-10 saatlik gibi kısa bir uçuş yolculuğuyla Türkiye’ye ve Türkiye’den de başka ülkelere hastalığı yayabilirdi. Öyle de oldu.
Salgınlarda Psikolojimiz Nasıl Etkileniyor?
İnsanlık tarihinin yüzyıllar boyu uğraştığı problemlere sosyal, ekonomik ve bilimsel olarak kısacık bir değindik. Peki, tüm bunlar çevremizde olup bitiyorken ruh sağlığımız ne durumdaydı? Nasıl çalışıyordu?
Psikoloji lisans eğitimimi aldığım sırada çok sevgili Uzm. Psk Uğur Dalan hocamın psikopatoloji dersinde kaygı hakkında söylediği şu cümle zihnimdeki bir takım soru işaretlerinde yıldırım etkisiyle cevap bulmuştu;
“Kaygı bir miktar iyidir, sizi geleceğe hazırlar.” Biz psikologlar bugün bireylerin gündelik işlevselliğini bozan, sosyal iletişimlerinde bir takım sıkıntılar meydana getiren ruhsal hastalıkları tedavi etmeyi amaçlıyor, danışanlarımızın gündelik yaşamlarına, rutinlerine yeniden sağlıklı bir şekilde dönmeleri için uygun yöntemler ile onlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. O halde kaygı bir miktar iyiyse yüksek düzey bir kaygı bireyin hayatını olumsuz etkiliyor olacaktı ve yaşam kalitesini düşürecekti. Kaygı bozukluğunun bilişsel yönleri şöyle dursun sürekli tetik halinde endişe içinde olmak bireyin hem psikolojik hem fizyolojik tahribata yol açacaktır. COVID-19 salgını ile beraber kaygıya genetik ve çevresel faktörler olarak yatkın olan bireylerde muhtemelen bir takım obsesyonlar, kaygısal sıkıntılar görülmeye başlanmış olabilir. Aslına bakılırsa yalnızca kaygı eşiği düşük olan bireyler değil tüm insanlık olarak her birimizde davranışsal değişiklikler, salgından ötürü duyduğumuz endişeler ve bu yönde planladığımız eylemleri gözlemlemek mümkün. Sürekli el yıkama ihtiyacı duymak, marketlerden aldığımız ürünleri dezenfekte ettikten sonra mutfağa yerleştirmek, sokakta yürürken insanlarla aramıza belirli mesafeler koymak, maske ve eldivensiz sokağa çıkmamak ve evden çıkmamak gibi eylemler bu bahsettiğim davranış değişikliklerinin içine pekala girebilir. Bakın tüm bu davranışlar iyidir, sizi COVID-19 a karşı korur (yukarıdaki cümleyi hatırlayınız). Peki, yaptığımız eylemlerde bizi tetikleyen nedir?
Anahtar Kelime: Kaygı
-Kaygı, gelecekteki tehditleri fark etmemize ve plan yapmamıza yardımcı olduğu için uyum sağlayıcıdır; “Dışarıda virüs var evden çıkmasam iyi olur.”
-Kaygı, potansiyel tehlikeli durumlardan kaçınmak için kişiye yardımcı olur ve o durum gerçekleşmeden önce olası problemleri düşünmeyi sağlar; “Sokakta yürürken insanlarla arama mesafe koymalıyım ki salgından korunabileyim.”
Kaygının hiç olmaması tüm bu eylemleri yapmanızı engelleyeceği için tehlikelidir. Kaygının yüksek düzeyde seyretmesi tüm bu eylemleri aşırı bir şekilde yaptıracağı için zararlıdır. Ancak bir miktar kaygı ise uyum sağlayıcıdır.
Kaygı Hissettiğimiz Zaman Vücudumuzda Neler Oluyor?
İlgi alanlarım nöropsikoloji, nörobiyoloji ve nöropsikiyatridir. Bir hastalığı ele alırken prensip meselesi olarak yetkinliğim el verdikçe bu bölümler içinde yorumlama yapmaya çalışırım. Kaygı hissettiğimiz zaman beyinde bulunan limbik sistemin bazı bölümlerinde -ki bu bölümler amigdala, hipokampus ve medial prefrontal kortekstir elektrokimyasal aktiviteler görülür. Bu aktiviteler EEG cihazı ile görüntülenebilmektedir.
Örnek verecek olursak hastaneye COVID-19 şüphesi ile giderseniz doktorunuz RT-qPCR adı verilen, hastalığın olup olmadığını gösteren bu testi size uygulayacaktır. Orada kendinizi bir hayal edin (ne kadar kaygı verici olduğunun farkındayım). Duyusal girdiler öncelikle talamusa uğrayacak, ardından hipokampal bölge, amigdala uyarılacak saniyede binlerce nöron prefrontal korteksinize doğru ateşlenmeye başlayacaktır. Belki de kötü bir haber aldığımızda başımızda hissettiğimiz o yangı bu nöronların eseridir. Olamaz mı? Vücudunuz otonom sinir sistemi üyelerinden sempatik sinir sistemini devreye geçirmiş olacak bu sayede göz bebekleriniz büyüyecek, soluk alıp verme hızınız ve kalp atışlarınız artacak, elleriniz titreyecek ve belki de soğumaya başlayacaktır. Tüm bu bedensel değişimler kaygı denen zihinsel bir sürecin vücudumuzda kendini gösteriş şeklidir. Bu aktiviteleri gözlemlemek için ise elbette bir EEG cihazına ihtiyacımız olmayacaktır. O an yanınızda aile yakınlarınızdan biri var ise size bunu zaten söyleyecektir “Betin benzin attı, sakin ol.”
Tehlikeli anlar geçtikten yani doktor sizi evinize istirahate yolladıktan sonra otonom sinir sisteminin diğer bir üyesi plan parasempatik sistem devreye girerek vücudunuzun yavaşça eski haline dönmesine yardım edecektir. Kalp atışlarınız, nefes alış-veriş hızınız, vücut ısınız normale dönerken siz de rahat bir nefes alabileceksiniz. Kaygının beynimizde ve vücudumuzda yaratmış olduğu faaliyetler bir paragraf ile açıklanıp, anlatılabilecek süreçler değildir ne yazık ki. Ancak bu konuda az da olsa fikrimizin olmasına yetecektir diye düşünüyorum.
Ne yapmalıyız?
“Krizi fırsata çevirmek” kulağa oldukça hoş geliyor olmalı. Karantinadan önce “zamanım olsaydı” kelimeleri ile başlayan cümlelerinizi hatırlayın. Karantinadan önceki siz “Zamanınız olsa ne yapardı?”
Bir kriz anı yaşıyoruz dünyaca evet bu doğru. Ancak bu anları nasıl değerlendiriyor olduğumuz benliğimiz ve kendimiz için oldukça önemli. Şu günlerde hiç olmadığınız kadar bilgi sahibi olabilir, o çok merak ettiğiniz kitabı şimdi okumaya başlayabilirsiniz. Dünya üzerinde gezip görmek istediğiniz bir ülkeyi hayal edin mesela. Bu hayalden hareketle o ülkenin nüfusu, coğrafi şekli, kültürel ve sosyal yapısı, önemli mimari eserleri hakkında bilgi sahibi olun, araştırın, okuyun hatta bu bilgileri pekiştirmek adına ülke hakkında çekilmiş videoları izleyin; görsel hafıza öğrenme sürecini kolay hale getirir.
Her gün bir dünya ülkesi hakkında fikir sahibi olun, her gün dünyaca ünlü bir piyanist ve onun besteleriyle tanışın (klasik müzik ruhu dinginleştirir, düşünmeyi ve hayal etmeyi kolaylaştırırken yaratıcı yönümüzü kuvvetlendirir; bu kadar kelimeleri nasıl bir araya getirdim sanıyorsunuz☺️), her gün yeni bir terim öğrenin gibi. Ne demiştik beyin yeni şeyler öğrenmeyi sever.
Size önerebileceğim kitaplar
- Homo Sapiens-Yuval Noah Harari
- Kozmos-Carl Sagan
- Dünya Tarihi-Chris Brazier
- Ben Malala- Malala Yusufzay
- Mürebbiye-Hüseyin Rahmi Gürpınar
- Yol Senin İçinde-Kinsun
- Gör Beni-Azra Kohen
- Gurur ve Önyargı-Jane Austen
- Yabancı-Albert Camus
- Yaşlı adam ve Deniz-Ernest Hemingway
- Başlangıç-adam Brown
- Piruze-Sinan Akyüz
- Travma-Wulf Dorn
- Yola Çıkma Cesareti-Manal Al-Sharif
- Uçurtma Avcısı-Khaled Hosseini
Size önerebileceğim piyanistler
- Chopin
- Beethoven
- Brian Crain
- Philip Wesley
- Kevin Kern
- Mark Eliyahu
- Ludovico Einaudi
- Laura Sullivan
- Size önerebileceğim filmler
- Hypatia (Agora)
Size önerebileceğim YouTube kanalları
- Bir Çift Psikolog Aslı-Uğur Dalan
- Barış Özcan
- Evrim Ağacı
- Pandora akademi
- Khan Akademi
- TED
Ufkunuzu açabilecek, entelektüel gelişiminizi hiç olmadığı kadar ileri bir seviyeye taşıyabilecek bu anların bana sorarsanız kıymetini bilin. Krizi fırsata çevirmek her zaman bireyin kendi içindedir ve bu sorumluluk bireye aittir. COIVID-19 hakkında kaygılanalım, kaygılanalım ki tedbirlerimizi alabilelim. Ne demiştik?
“Kaygı bir miktar iyidir, sizi geleceğe hazırlar.”
Tüm insanlığın bir an önce bu salgından olabilecek en az zararla çıkmasını ümit ediyor, sağlık dolu günlerimiz olmasını diliyorum.
Hazırlayan: Çağla Atmaca
Yazınız için teşekkürler :”)